Türkiye’de şekerciliğin tatlı tarihi içinde Ali
Muhiddin Hacı Bekir özel bir yere sahiptir.
O, bilindiği kadarıyla şekercilerin ve hatta
pek çok iktisat tarihçisine göre yaşayan
şirketlerin en eskisidir. Kastamonu’nun Araç
ilçesinden İstanbul’a gelerek 1777 yılında
Bahçekapı’da şekerci dükkanı açan Bekir adlı
bir müteşebbisin ticaret öyküsü Osmanlı’dan
Türkiye’ye devrolmuş, bir lezzet yolculuğuna
dönüşmüştür. 1817-1820 yılları arasında hac
farizesini gerçekleştirmesinden sonra tatlıları
ve işyeri, ismi ile bütünleşmiş Hacı Bekir
halini almıştır. Hacı Bekir meslek hayatının
ilk 30-40 yılı içerisinde alanında önemli
yenilikleri takip etmiş ve öncüsü olmuştu.
Önce Osmanlı şekerciliğinde geleneksel
tatlandırıcı olarak kullanılan bal ve pekmezin
yerine “kelle şekeri” de denilen rafine şekeri
kullandı, geleneksel su ve doku bağlayıcı
olarak kullanılan un yerine de nişasta ile
asırlardır sevilen tatlarını oluşturdu.
Hacı Bekir, çıraklıktan yetiştiği şekercilik
mesleğinde ustalığa eriştiğinde lokumda
benzersiz bir lezzet yakaladı ve güllü, tarçınlı,
sakızlı, portakallı, limonlu akide şekerleri
geliştirdi. Hacı Bekir’in bu gayretleri henüz
XIX. Yüzyılın ilk çeyreğinde kendisine
hatırı sayılır bir şöhret sağladı. Öyle ki
Sultan II. Mahmud döneminde sarayın
tedarik zincirine dahil olarak saraylılara dahi
sevdirdiği tatlarıyla şekercibaşı unvanını
aldı. Onun dükkanından alışveriş yapan
bir İngiliz turist, satın aldığı lokumları
Turkish Delight şeklinde adlandırdı ve bu
ifade İngiliz literatüründe yerleşti. İstanbul
Ansiklopedisi’nde Mehmet Ali Akbay şirin
bir yakıştırma dese de, Abdülmecid devrinde
“Şekerci” adlı bir tablo yapan Amadeo
Preziosi’nin resminde tasvir ettiği kişinin Hacı
Bekir olduğu kanaati yaygındır. Mezar taşında
1866 yılında vefat ettiği kaydedilmiş olsa da
ölüm tarihi için 1865 yılı da çeşitli kaynaklarda
zikredilmektedir.
Osmanlı Sarayı uzun yıllar belgelerdeki
ifadeyle “Hacı Bekir Ağa”nın şekerci
dükkanının müşterisi olmuştu. 1853 tarihli
bir Osmanlı belgesinde sözü edilen “Kapı
Kethüdası Aziz’in Şekerci Hacı Bekir Ağa’nın
dükkanına olan borçlarının tesviyesi”
buna kanıt sayılabilir. Hacı Bekir Ağa’nın
ölümünün ardından sarayla ilişkinin sürmesi
kadar önemli bir konu da “şekercibaşılık”
unvanının akıbetiydi. Neyse ki Sultan
Abdülaziz’in de gözdesi Araçlı şeker ustaları
oldu ve Şekercibaşılık babadan oğula Mehmet
Muhiddin’e devredildi. Genel kanaat takip
eden on yıllarda ailede şekercilikle Hacı
Bekir’in oğullarından Mehmet Muhiddin’in
ilgilendiği yönünde ise de kardeşi Ahmet
Şevki Bey’in oğlu Hüseyin de bir süre işlerle
ilgilenenler arasındaydı. Hüseyin Bey 1886
yılında işyerine “şekercibaşı” yazan bir levha
asmak için saraydan müsaade istemişti. Fakat
1900’lere değin şekerci dükkanın tabelasında
“Hacı Bekir” dışında bir başka isim ön plana
çıkmadı. Ticaret yıllıklarında Şekerci Hacı
Bekir Ağa kaydı Bahçekapı semtinde 14 ve 16
numaralar şeklinde uzun yıllar kaldı. Mehmet
Muhiddin Efendi sağlığında işletmesini halkın
ve sarayın sevdiği bir şekerci olmanın çok
ötesine götürmüştü. Şekerci Hacı Bekir, 1873
Viyana Fuarı’ında gümüş madalya, 1888 Köln
Fuar’ında gümüş madalya, 1897’de Brüksel
Fuar’ında altın madalya kazandı. İlerleyen
yıllarda fuarlardan alınan ödüller bir bir
müessesenin logosuna işlendi.
1901 yılına gelindiğinde ise Hacı Bekir
Ağa’dan bayrağı devralıp yeni bir yüzyıla
taşıyan Mehmet Muhittin Efendi vefat etmişti.
Onun kaybının ardından da Şekercinin ismi
1902 Şark Ticaret Yıllığı’nda “Hadji Bekir
Zade Mouhhieddin Effendi” şeklinde yer
aldı. Mehmet Muhiddin efendinin ardından
hem işleri hem de uhdesinde bulunan
Şekercibaşılık unvanını oğlu Ali Muhiddin
Bey devraldı. Ali Muhiddin Bey, aile mirası
unvanıyla pek çok yardım kampanyası içinde
yer aldı. 1904 yılında Rumeli’deki askerler
yararına Servet gazetesinin topladığı bağışlara
katkı sağlayarak listede şu şekilde yer aldı:
“Zat-ı hazreti şehriyarinin şekercibaşısı Hacı
Bekir zade izzetlü Ali Muhittin Efendi”. Milli
mücadele yıllarında da Ali Muhiddin Bey
dönemin Kızılay’ı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin
bağışçı listesinde yer almaktan geri durmadı.
1921 yılında bu yardım karşılığında da Hacı
Bekir Zade Ali Muhiddin, cemiyetin tunç
madalyası ile onurlandırılmıştı.
Onun idaresinde de Ali Muhiddin Hacı Bekir
işletmesi Osmanlı Devleti’ni uluslararası
etkinliklerde temsil etmeyi sürdürdü.
1906 yılında Fransa’daki Nice Fuarından
altın madalya ile dönülünce Sultan II.
Abdülhamid’den birinci mertebeden Osmanlı
Nişanı köklü ailenin oldu. Ancak aynı yıl Ali
Muhiddin bey Osmanlı bürokrasisi ile de
hayli sorun yaşamıştı. Bahçekapı’da Hamidiye
imareti içinde yer alan ki işyerine bir önceki
yıl yüz elli bin kuruş kira bedeli tespit
edilmişken bu yıl rakam iki katına çıkarılmıştı.
Bir yanlışlık eseri belirlenen bu rakamın tadil
edilmesi için oldukça uzun ve çözümü Şurayı
Devlet’e kadar uzanan yazışmalar yapıldı
nihayetinde köklü şekerci lehine hatadan
dönüldü. Sultan II. Abdülhamid’in kızı
Şadiye Osmanoğlu babasıyla geçen saray
ve sürgün yıllarında harem mensuplarının
uzak akrabalarıyla bayramlaşmalarını ve
dönüşlerinde misafirleri evlerine götüren
arabalarda “Hacı Bekir mamullerinden süslü
kutulara konmuş şekerler” bulduklarını
anlatır. Bu dönemde İstanbul’da yaşayan
Dorina Naive de tarihi şekerciyi ve mütevazı
imalathanesi şehirde görülmesi gereken yerler
arasında saymaktadır.
1911 yılında Hacı Bekir şekerlerinin
uluslararası şöhreti bir başka boyuta taşınarak
Kahire ve İskenderiye’de iki mağaza daha
açıldı. Üstelik artık sadece Osmanlı Sultanının
değil aynı zamanda Mısır Hıdivinin de
şekercibaşısı Ali Muhiddin Hacı Bekir Zade
idi. Gazete ilanlarında pek çok adresin Hacı
Bekir Mağazasına göre tarif edildiği 1911’de
Ali Muhiddin Bey yeni dükkanlar da açtı. Beyoğlu, Parmakkapı ve Kadıköy mağazaları
bunlar arasındaydı. 1913 yılında Tepebaşı 45
numara’da, 1921’de Bahçekapı’da yine 14 ve
16 numaralarda, Haseki Hamamı Caddesinde
16, Beyoğlu’nda 177, Karaköy’de 9 numarada
Hacı Bekir şekerleri satılmaktaydı. Osmanlı
Devleti’nin son on yılı içinde meşhur
şekercinin devletle ilişkisi ürün yelpazesine
yeni bir tadın daha katılmasını sağlamıştı.
Gökhan Akçura’nın aktardığına göre
1910’larda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin milli
ekonomi politikaları içinde Ali Muhiddin
Bey’den Türk tatlısı kimliğini koruması için
helva üretmesi istenmişti. Zaman içerisinde
işletme bu konuda öylesine uzmanlaştı ki 50’li
yıllarda İngiltere ve Hollanda’da helva benzeri
ürünler ile ilgili çıkan bir ihtilafın çözümü için
Ali Muhiddin Bey hakem olarak İngiltere’ye
çağrılmıştı.
1918 yılında Dersaadet Sanayi ve Ticaret
odasına 154 numara ile kayıt yaptıran Ali
Muhiddin Bey’i yeni bir kriz beklemekteydi.
Savaşlarla geçen yıllar içinde İstanbul’daki
şeker stokları tükenmişti. Bir şekerci için
olabilecek en büyük krizlerden biri olan bu
durumu aşmak için Bulgaristan’a komisyoncu
Mıgırdiç Fesciyan gönderilmiş, gümrük
işlemlerinde kolaylık için özel bir devlet izni
verilmişti. 1924 yılında ise Karaköy’de Ali
Muhiddin Bey’in kiracısı olduğu dükkan,
çevresi ile ilgili yapılan bir şehir planlaması
nedeniyle yıkıldı.
Cumhuriyet yıllarında da Hacı Bekir şekerleri
sevilmeye ve işletmeleri de büyümeye devam
etti. Bahçekapı’daki dükkanın ziyaretçileri
arasında öteden beri Hacı Bekir şekerleri
yemekte olduğunu söyleyen Mustafa Kemal
de vardı. 1920’lerin ortasında ticaret
kayıtlarında Hacı Bekir Zade Muhiddin
Efendi şeklinde görünen işletmenin
unvanı on yılın sonlarına doğru bir değişime
uğrayarak “Hacı Bekir Zade Ali Muhiddin”
haline geldi. Ali Bey’in ailesindeki üç
kuşağı bir araya getirdiği bu fikri, 1934 yılında
soyadı kanunu çıktığında kendisinin ve tarihi
şekercinin günümüze ulaşan ismi oldu: Ali
Muhiddin Hacı Bekir.
1930 ve 40’lı yıllarının gazetelerinde Türkiye
için klasikleşmiş bir tat ve marka olan
şekercinin ilanları sık sık görüldü. 1936 yılında
bir bayram arifesinde verilen ilanda “nefaseti
ile dünyaya nam salmış olan” Hacı Bekir’in
meşhur akide ve sade lokumun kilosu 60
kuruş, güllü sakızlı 70, elvan 80, fındıklı 90,
fıstıklı lokum 120 kuruş olarak sıralanmıştı. 1940’larda sevilen lezzetin sırrını korumak
kadar önemli bir başka durum ortaya çıkmıştı:
Hacı Bekir ismini korumak. Pek çok şehirden
ünlü şekercinin şubesi olduğunu iddia edenler
ile ilgili haberler geliyordu. Ali Muhiddin Bey
de bu kişilerle çoğunlukla gazetelere verdiği
“işletmemizin Ankara’da şubesi yoktur” gibi
ilanlarla mücadele etmişti. Esas itibariyle
öteden beri markanın korunması ile ilgili
pek çok çalışma yapılmıştı. Bu konuda
yapılan girişimlerden biri de 1913 yılında
gerçekleşmişti. Ali Muhiddin Bey, devrin
marka koruma uygulaması Alamet-i Farika
Defterlerinde ambalajları ile birlikte markasını
“Bonbon Turc” şeklinde tescil ettirmişti. 1930 yılında ise ”Ali Muhiddin Hacı Bekir” ve
“Hacı Bekir Şekercisi” yazılarını taşıyan iki
ambalaj Marka İlmuhaberi’nde tescil edildi.
Şekercilikte yarım asırdan daha uzun bir
süre faaliyet gösteren Ali Muhiddin Bey de
yıllar içinde sevilen, sayılan ve tanınan bir
isim haline gelmişti. Piyasada şeker darlığı
olduğunda Şekerciler Cemiyeti Reisliğini
de yürüten Ali Muhiddin Bey’in beyanatı
beklenirdi. Türk futbolunun ezeli rakipleri
Galatasaray ve Fenerbahçe karşılaşmaları
yaklaştığında gözler Fenerli meşhur şekerci
ile Galatasaraylı Konya Lezzet Lokantası’nın
sahiplerine çevrilirdi. Ali Muhhiddin Bey
vefat ettiği 1974 yılına kadar verdiği bir
çok röportajda çocukluk, çıraklık, ustalık
anılarından, Türkiye’deki şekerciliğin
serüvenine bahsettiği her şey ile ilgi
uyandıran bir karakter oldu.
Ali Muhiddin Hacı Bekir Müessesesi geride
bıraktığı yüzyılların ardından Türkiye’nin
ancak özellikle İstanbul’un klasiği haline
gelmişti. İstanbul anlatılarının çoğu mutlaka
Hacı Bekir’e bir pasaj ayırıyordu. Haluk
Dursun, İstanbul’u yaşamak isteyenleri bahar
aylarında Hacı Bekir’de demirhindi şerbeti
içmeye davet etmekte, Sermet Muhtar Ulus,
Kudret Emiroğlu, İhsan Ekeneski İstanbul’u
eski bayramları özleyenleri Hacı Bekir’e
çağırmaktadır.
Ali Muhiddin Bey’in vefatının ardından işleri
dördüncü kuşağı temsil eden ailenin damadı
Doğan Şahin devraldı. Tarihi müessesenin
üç kuşağını aynı tabelada buluşturan ismini
koruyan Doğan Şahin Bey, Hacı Bekir Lokum
ve Şekerli Mamuller Sanayii AŞ. ve Ali
Muhiddin Hacı Bekir Şekercilik Ticaret A.Ş.
olarak iki anonim şirketin kuruluşuna öncülük
etti. Doğan Şahin Bey, kayınpederinden
devraldığı Bahçekapı’da iki, Beyoğlu, Karaköy,
Parmakkapı ve Kadıköy şubelerini 1987
yılına değin eşi Aliye Hanım’ın desteğiyle
sonrasında ise tek yetkili olarak yönetti. 1986
yılında Pendik’teki fabrikasında üretime
başlayan firmayı 2015 yılında ailede beşinci
kuşağı temsil eden kızları Nazlı İmre ve
Emine Hande Celalyan hanımlara devretti.
Tarihi müessese geleneği geleceği taşıyacak
isimleri yine aile içinden çıkarma gayretiyle
Hande Hanımın çocukları olan Leyla ve
Şahan Celalyan’ı işletmenin müstakbel
idarecileri olarak görmektedir. Şekerci Ali
Muhiddin Hacı Bekir’in yeni nesilleri tıpkı
bayrağı kendilerine devredenler gibi Türk
şekerciliğini uluslararası fuarlarla ve yüzlerce
tonluk ihracatla temsil etmeyi ve damakları
tatlandırmayı sürdürüyor.