Kayseri’deki evlerinde hem kendileri hem
de komşularına ikram için sucuk yapan bir
ailenin reisiydi Kirkor Apikoğlu. Kendilerine
özgü baharat karışımlarıyla çevrelerinde ilgi
uyandıran bu aile içi üretimin mahsulleri,
gördüğü rağbet üzerine 1910 yılından
itibaren makul fiyatlarla satışa sunuldu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son ve en sancılı
on yılının ardından da aile İstanbul’un
yolunu tuttu. Apikoğlu’nun tam manasıyla
geleneksel üretim ve ticaretten daha kapsamlı
bir markaya dönüşme süreci de İstanbul
yıllarında başladı. 1920’de Maltepe’deki eski
Süreyyapaşa Plajı yakınlarında ahşap bir
yalının alt katı imalathane, üst katı ikametgâh
oldu. Eminönü’ndeki ürünlerin pazarlandığı
dükkâna sucuk ve pastırmalar bir süre kürekli
mavnalarla taşındı. Ancak ortaya çıkan
lezzetin gördüğü ilginin uzun süre bu şekilde
karşılanamayacağı zaman içinde anlaşıldı.
1930’lar itibariyle ailenin işleri, başlarında
Kirkor Efendi olmak üzere eşi ve
oğulları Agop ve Hayk’ın yardımlarıyla
yürütülmekteydi. 1934 yılında Agop Apikoğlu
markası, Resmi Sınai Mülkiyet Gazetesi’nde
logosuyla birlikte tescil edildi. 1935 yılında
yapılan ikinci tescilde ürün gamı, sucuğun
yanında pastırma, jambon ve her türlü et
konservesi olarak tarif edilmiş, firmanın
ay yıldızlı logosunun yanında uzun yıllar
muadillerinden rahatlıkla ayırt edilmesini
sağlayan tabirler bir arada kullanılmıştı:
Namlı Türk Sucukları Kayserili A. Apikoğlu.2
Sicilli Ticaret Gazetesi’ndeki ilanda Apikoğlu
ailesinin Maltepe Küçükyalı Caddesi’nde
45 numarada ikamet ettiği, Balıkpazarı
Caddesi’ndeki 16 numaralı haneyi de
imalathaneye dönüştürdüğü kaydedilmişti.
İşlerin hacminin giderek büyümekte olduğu,
bu yıllarda Alibeyköy’de fabrika temeli
atılmasından anlaşılmaktaydı. 1939 yılında ilk
Apikoğlu ilanları da gazetelerde görülmeye
başladı. İlanda ürünlerin halis dana etinden
yapıldığının belirtilmesi önemliydi; ancak
ürünlerin ne kadar yayıldığını ve daha bu
yıllardan taklit edildiğini gösteren not dikkat
çekiciydi:
“Bütün bakkallarda satılır. Taklitlerinden
sakınınız.”
II. Dünya Savaşı’nın sancıları içinde ayakta
durabilmeyi başaran Apikoğlu, 1943 yılına ait
bir ticaret yıllığına göre İstanbul’daki sadece
yedi sucuk fabrikasından biriydi. Metindeki
ifade şöyleydi: “Sucuk, pastırma, salam, tütsülü
dil ticarethanesi.” Bu yıllarda Eminönü’ndeki
Taşçılar Caddesi’nde 16 numaralı dükkân
toptan satış noktası haline gelmişti.
1945 yılında ailenin büyüğü Kirkor Apikoğlu
vefat edince, onun boşluğunu neredeyse
tüm hayatını ailesinin işine adayan Gülhatır
Hanım doldurdu. Eşinin ölümünden sonra
fabrikada yaşamaya başlayan Gülhatır
Hanım’dan çocuklarına çalışkanlık ve cesaret,
biraz da mizah duygusu miras kaldı. Usul
gereği açık havada kurutulan sucuklara
çok zarar veren lodos gece saatlerinde
çıktığında sucukları içeri taşımak için hızlı
bir şekilde adam toplamak gerekiyordu.
Günün o saati çalışanları uyandırmak ve
süratle bir araya toplamak güç olduğundan
çareyi muzip bir şekilde “Hırsız var!” diye
bağırmakta bulmuştu. Ancak onun mizacının
en baskın yönü kararlılığı ve işletmesine
olan bağlılığıydı. Yeni kurulan ve satılması
planlanmayan bir sucuk fabrikasının sahibini
üretime henüz başladığı bir dönemde tüm
makinelerini kendisine satmaya ikna etmişti.
Böylelikle hem makine parkurunu genişleten
hem de müstakbel bir rakibin kapısına kilit
vurmayı başaran Gülhatır Hanım, Apikoğlu’nu
bir sonraki kuşağa taşıyan kilit isimlerden biri
oldu.
Apikoğlu’nun bir başka sorunu daha vardı ki,
bu konudaki mücadelesi uzun yıllar sürdü:
Taklit. Gazete ilanlarında firmanın bir “halefi
ve (ismini kullanma hakkı olan) şubesi”
olmadığı sık sık vurgulanıyor, bazen de sırf
bunu belirtmek üzere ilan veriliyordu. İlan
metinlerinde müşterilerin ürün alırken kimi
zaman markaya, kimi zaman isimlere, kimi
zaman da marka içindeki güneşe dikkat
etmeleri isteniyordu. Bunun yanı sıra marka
değerini artırmaya ve bir alışkanlık yaratmaya
yönelik reklamlar da vardı. Reklamların mesajı
kimi zaman çok netti: “Daima Apikoğlu”,
“Namlı Türk Sucukları Her Yerde Arayınız”. Bazılarının ise dili bir o kadar naif ve
dolaylıydı: “Sevgilim gezinti soframızda
meşhur Kayserili Apikoğlu namlı Türk
sucuklarını bulundurmayı unutmayalım,
kuvvetli ve hoş bir gıdadır.”
1955 sonrasında A. ve H. Apikoğlu Kardeşler
Kollektif Şirketi’ne ait ilanlar gazetelerde
daha sık ve düzenli görülmeye başladı. Firmanın kullanmaya başladığı yeni
teknolojiler de yeni ürünler de buradan
halka duyuruldu. Müjdelerle duyurulan
kavurma ve son sistemlerle üretimine
başlanan salamların tanıtımında hep ilanlara
başvuruldu. Apikoğlu günümüze uzanan
alışkanlığı yerleştirmek için ürünlerinin nasıl
tüketileceğine dair öneriler de sunuyordu.
“Et yerini fazlasıyla tutan Apikoğlu
Sucukları”nın yumurtayla, makarnayla,
pilavla hem besleyici hem de leziz olacağı
firmanın tavsiyesiydi. 60’ lı yıllarda kent
yaşamı hız kazanınca “namlı Türk sucukları”
kendine tostlar ve sandviçler arasında yer
buldu.
İşte bu nedenle birçok kalem ustası illa
da Apikoğlu diyordu. İstanbul’da Yaşama
Sanatı’nda Haluk Dursun, adım adım
Galata’yı anlatan İlhan Berk bunlar
arasındaydı. Musa Anter, biraz nükteyle
Kayseri’den çıkan üç önemli adam arasında
Apikoğlu’nu sayıyor, Orhan Pamuk
çocukluğunda zihnine kazınanları sıralarken
onun adını da ekliyordu. Gerçekten 60’lı
70’li yıllarda kısa bir İstanbul turu yapan biri
Apikoğlu adıyla sıkça karşılaşırdı. Sinema ve
tiyatro salonlarından Taksim, Eminönü gibi
meydanlarda kullandığı reklam ve panolara
kadar firma pek çok tanıtım yöntemiyle şehrin
görsel hafızasında yer etmişti. Üç Apikoğlu
etiketi karşılığında hediye çekilişine katılma
hakkı verilen promosyon çalışmaları ile
büyük halk ozanı Âşık Veysel’in radyo saatleri
beraber duyurulmuştu.
1955’te Türkiye tarihinin en fırtınalı Eylül’ünü
takiben Migros Türk’ün raflarında yer
bulan Apikoğlu’nun işlerinin önemli ölçüde
arttığının bir başka göstergesi şüphesiz vergi
rekortmenleri sıralamasında aile bireylerinin
üst sıralara tırmanmalarıydı.
1967’de sektörü korumak için kurulan Sucuk
ve Pastırmacılar Derneği üyeleri arasında
bulunan Apikoğlu’nun iki patronu 1975
yılında emekli oldular; ancak bu kez bir
halefleri vardı. 1967 yılından itibaren
yanlarında bulunan yeğenleri Dırtat Ağca
ailenin üçüncü kuşak temsilcisi olarak işlerin
başına geçti. 1976 yılında Apikoğlu Kollektif
Şti.’nin kurumsal yapısını güçlendirmek
amacıyla Etsan Gıda San. AŞ kuruldu. Dırtat
Ağca halen canlı hayvan seçimi, kesimi ve
sucuk üretimi konusunda sektörün duayeni
olarak 48 senedir ilk günkü disiplinle
çalışmaya devam etmektedir. Onun yönetim
devresini 1980’den itibaren Bercuhi Apikoğlu
Ağca’nın damadı Vahan Kartallıoğlu izledi.
Vahan Bey, 1986’da Tuzla’da 45 bin metrekare
alanda kurulu 15 bin metrekare kapalı alana
sahip entegre et tesisi inşasını tamamlayarak
markanın geleceğe taşınmasında çok önemli
olan bir kilometre taşı oldu ve 1995’te hayata
gözlerini yumdu. 2008 yılına değin idareyi ele
alan Berç Kartallıoğlu döneminde Apikoğlu,
yeni tesislerinde 75 çeşit et ürünü ile bilindiği
kadarıyla Türkiye’nin en eski et markası olarak
anılıyordu.
2000’lerde Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye’den
et ürünleri almakta tereddüt yaşarken kalite
standartlarını belgeleyen Apikoğlu, pek çok
saygın havayolu şirketinin mutfağına girmeyi
de başardı. Şirket ayrıca markalaşma
serüveni ile de dikkat çekiyordu, dünyanın
en önemli markalarının doğuş hikayelerinin
anlatıldığı “Markaların Öyküsü” kitabında
yer alan 10 Türk markasından biri de yine
Apikoğluydu.
Ailenin şirket yönetiminde günümüze
ulaşanlar ise üçüncü kuşak temsilcisi ve
bir duayen olarak Dırtat Ağca, dördüncü
kuşak temsilcileri Kevork Kartallıoğlu ve Ali
Ağca’dır.
Geride kalan yüzyıl boyunca Türkiye’de
yaşayan bir ailenin görebileceği tüm
sıkıntılara göğüs geren Apikoğlu markası
bu asrın sonunda güçlü, kaliteli, saygın
ve leziz kalmayı başardı. Hıncal Uluç gibi
bir çok isme günümüzde de “çocukluk
yıllarının aile keyiflerini” yaşatan bu tadın
sırrı sadece bir aile geleneğini değil aynı
zamanda Anadolu’ya özgü bir kültür mirasını
yaşatma arzusuydu. Mamul ürün seçiminde
gösterilen hassasiyetin ötesinde ürününü
Antep Baklavası, Hereke Halısı gibi anlamlı
bulan bir ailenin asırlık üretim serüveniydi
bu... Daha az zahmetle ve maliyetle üretilen ısıl
işlem görmüş “sucuk benzeri ürün”ler yerine
fermente “Türk Sucuğu” üretmekte ısrar
eden gelenek ve bilgi birikimini lezzetinin
formülüne dönüştüren bir markadır Apikoğlu...