Konya’da 1882 yılında dünyaya gelen Hacı
Ahmet Doyuran önce Beyşehir’e göç etmiş,
sonra da Batı Anadolu’da pek çok şehirde
yeni lezzetlerle tanışmıştı. Biriktirdiği para
ve bilgi, son durağı İstanbul’da tren garı
karşısında küçük, dört masa on altı iskemlelik
bir dükkân açmasına yetti. 1897 yılında açılan
bu dükkânla Ahmet Efendi hem ailesinin, hem
çevredeki garibanın, hem de esnafın karnını
doyurmaya başladı. Bir yanından vapurlarla
Asya kıtasından bir yanından trenlerle Avrupa
kıtasından insanların aktığı bir mevkide
her geçen sene müşterisi de şöhreti de arttı.
Müşterileri önce dar gelirliler, yıllar içinde ise
her tabakadan insan oldu.
Ticaret kayıtlarına göre 1900 yılından itibaren
o köşe başında bir Ahmet Efendi olduğu
sabittir. Aslında en bilinir haliyle Konyalı’nın
açılışı özellikle ticari faaliyetin yoğun olduğu
bölgelerde yoğun olarak bulunan Batı tarzı
restoranların karşısına Türk mutfağının da
çıkışının habercilerinden biriydi. Üstelik
Konyalı tam anlamıyla Anadolu tatlarının bir
kompozisyonuydu ve giderek devrin namlı
lokantalarının, Circle d’Orient, Tokatlıyan,
Abdullah Efendi, Pera Palas gibi saygın
işletmelerinin arasına girdi.İtalyanca
kökenli “lokanta” tabirinin benimsendiği
bu yıllarda Türkçe adlı az sayıdaki yeme
içme mekânından biri oldu. Aynı zamanda
İstanbul’da döner kebabı bulunan birkaç
mekân arasındaydı ve her tabakta adalet,
temizlik, lezzet ve kalite ölçüleri giderek bir
standart haline geldi.
Ahmet Efendi, günün ilk ışıklarıyla başlayan
mesaisi akşam saatlerinde son bulduğunda
dükkânın önüne koyduğu sandalyesinde
nargile içer, bitmeyen yemekleri de çevredeki
yoksullara dağıtarak tüketirdi. “Gel anam
babam” diye seslendiği bu insanlar da onun
lokantasına yıllarca bereket getirdi. Hacı
Ahmet Efendi’nin bu seslenme şekli kendisiyle
özdeşleşip meşhur oldu. 1942 yılında Akşam
gazetesinde günlük hayatın renkli simaları
ve onları özel kılan hitaplar sıralanırken,
birbirine “Pazar ola!” diyen esnafın,
düğünlerde aranan “kamber”in yanında
“Konya Lezzet Lokantası’nın anam babamı” da
unutulmuyordu.
Böylesi bir samimiyetle Konya Lezzet Lokantası 1920’lere kadar gelişip büyüdüyse
de mütevazı bir lokantaydı. Ahmet Efendi
1921’de matematik öğretmeni damadını
işyerine ortak yapınca işlerin şekli de hacmi
de değişmeye başladı. Savaşlar içinde
savrulan on yıllar içinden yeni bir devlet
çıktığında İstanbul’daki lokantacı sayısı
oldukça azdı. Bunlar içinde Ahmet Efendi’nin
müessesesinin giderek daha bilinir hale
gelmesinde, yaptığı kampanya ve promosyon
çalışmaları etkiliydi. 1930’da Konya Lezzet
Lokantası, Matbuat Cemiyeti üyelerine
%10 tenzilatlı satışlar yapan lokantalar
arasındaydı.1937’de Maçka-Beyazıt tramvayı
bir otomobille çarpıştığında gazeteler uzun
adres tarif etmeye gerek duymadı, zira “Konya
Lezzet Lokantası önü” demek kaza mahallini
tarif için yeterliydi. Aynı yıl lokantanın bacası
tutuştuğunda da itfaiyenin adresi bulması zor olmadı.
Konya Lezzet Lokantası’nın adı birkaç kez
Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden de
zikredildi. Bunlardan ilki 1935 yılında işyerine
gelirinin çok üstünde vergi yükü getirilince
gerçekleşti. Yapılan hatayı bildirmek üzere
Hacı Ahmet Doyuran’ın damadı Mustafa
Doğanbey Ankara’ya gitti. Görüştüğü Konya
Milletvekili Cemal Tekin, önce hemşerisinin
müşkülünü halletti sonra da kürsüden vergi
uygulamasında yapılan hataları Konya
Lezzet Lokantası örneğince izah etti. 1985
yılında dönemin hükümeti sunulan bir
soru önergesine cevap vermek istemeyince,
kürsüye gelen hükümet temsilcisi, Konyalı’da
ağırlanan Suudi Prens Abdullah ve heyetine
sunulan Türk mutfağının seçkin örneklerini
sıralamıştı.
Mustafa Doğanbey meslek grubu içinde
de saygın bir kişilikti. 40’lı yıllarında
başında lokantacılık sektörünün sorunları
tartışılırken görüşüne başvurulmuş, o da
kalitenin artırılması için bir meslek örgütü
kurulması gerektiğini işaret etmişti. Esnaf
Hastanesi’nin yönetim kurulu üyelerinden
biri olduğu gibi, siyaset tartışmaları yapılan,
içinde Nihat Sami Banarlı, İbrahim Kafesoğlu
gibi isimlerin olduğu entelektüel çevrelerde
de bulunurdu.
1944 yılında Hacı Ahmet Doyuran vefat
ettiğinde, lokantayı idare eden damadı
Mustafa Doğanbey ve torunları Konyalı’nın
lezzet sırlarını, ticaret ahlakını ve bir Türkiye
markasını miras aldı. Meşhur Konyalı ekmeği,
döneri, iç pilavı, kuzu tandırı, güveçte sebzeli
et yemeği, hünkâr beğendisinin yanı sıra
mönüsünde 1940’larda kilo işi satışı da yapılan
baklava çeşitleri ve ayrıca özel kutularda
sunulan paket servisin ilk uygulamaları olan
“kır yemekleri” de ön plana çıkmaya başladı. Ancak hiçbir dönemde kendini “fast food”
gibi dönemsel akımlara kaptırmadı. Pek çok
yazarın kaleminde Konyalı, Türkiye’ye özgü
değerlerin dejenere olması karşısında adeta
klasik Türk mutfağının bayrağı gibiydi.
Türk mutfağı kimliği Konyalı’yı “İstanbul’da
ne, nerede yenir?” sorusunun cevabını arayan
turistler için hazırlanan rehberlerde baş
sıralara yerleştirdi. Alkolsüz oluşu bazı
müşterilerini üzse de Konyalı 50’li yıllarda
da lezzeti ve servisiyle vazgeçilmezdi. Konyalı yemeklerini tadan Juan Goytisolo’nun
anlatımıyla, burada Fransız mutfağı ya da
ilk akla gelen şekliyle İslam dünyasına özgüyemekler bulunmaz, karşınıza tüm tatmin
ediciliği ve sadeliği ile Türk mutfağı klasikleri
çıkardı.
Tarihi lokantanın böylesine sembolleşmesi
devlet büyüklerinin de dikkatini çekmişti.
Topkapı Sarayı içinde bir restoran açılması
gündeme geldiğinde o yıllarda müessesenin
idaresinde bulunan Konyalı şerbetleri, hünkâr
beğendisiyle saraylara layık bir hizmet
sunan Nurettin Doğanbey’in kapısı çalındı. Devlet büyüklerinin saray için bu lokantayı
seçmelerinde şaşılacak bir şey yoktu, zira
çok önemli bir kısmı eşiğinden geçmişti.
Lokantanın hatıra defteri İsmet İnönü, Cevdet
Sunay, Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Nihat
Erim gibi pek çok isimle doluydu. Konyalı
saraylı olunca devlet teşrifat protokolünün
de bir parçası haline geldi. İngiltere Kraliçesi
II. Elizabeth’ten Pervez Müşerref’e siyasal
anlamda pek çok önemli isimden dünyaca
ünlü sporcu, işadamı ve sanatçı, sultanların
penceresinden İstanbul’u gördü ve taam etti. Yusuf Ziya Ortaç da gençlere “Siz sandviç
neslisiniz” diye serzenişte bulunur, SirkeciEminönü
bölgesinin sevilen restoranları
Pandeli, Abdullah Efendi ve Konyalı’nın
yolunu tutardı.
Ancak meşhur misafirlerden daha önemlisi,
Konyalı’nın sokaktaki insanda yarattığı
alışkanlıktı. Uzak şehirlerden gelen birinin
İstanbul listesi şöyleydi: “…Vapurlarla
İstanbul’a gelinir, Meseret Otel’e yerleşilir,
Konya Lezzet Lokantası’nda yemek yenir,
Tarlabaşı’nın en iyi terzilerinden giyinilir.” İyi yemek pişirmesiyle övünene “Git
Konyalı’da aşçı ol” denir, evde yemek
olmayınca ekmek peyniri katık etmek
istemeyenler Sirkeci’nin yolunu tutardı. Etin,
sebzenin en iyi iyisinden yapılan lokantanın
yemekleri bazen fiyatlarıyla da adından söz
ettirmişti. Lütfi Feliz’in hatıratında “Konyalı’da
çorbaya 50 kuruş, etli yemeğe 2,5 lira verince
anladık İstanbul’da çok kalamayacağımızı”
demesi gibi, Konyalı’nın bazı bütçelere biraz
ağır gelebileceği bir gerçekti. Bunun farkında olan işletme, halkla arasındaki
bağın kopmaması için zaman zaman
kampanyalar yaptı. 1974’te “40 yıl önceki
fiyata”, 1977’de ise “80 yıl önceki fiyata yemek”
kampanyalarıyla lokantanın önünde kuyruklar
oluştu. Enflasyonun canavar olduğu yıllarda
da gazeteler artan eksilen fiyatları, halkın alım
gücüne göre nerede ne yiyebileceğini hep
Konyalı’nın fiyat listesinden sorguladı.
Mustafa Doğanbey’in sürdürdüğü geleneği
oğlu Nurettin Doğanbey 70’li yıllarda
devraldı. 1978’de Nurettin Bey öncülüğünde
ailece aldıkları bir kararla eski bina yıkılarak
yerine yedi katlı bir bina yapıldı, ilk iki
kat yine ata yadigârı lokantaya ayrıldı. İşyerini modernize eden Galatasaray Lisesi
mezunu Nurettin Bey, Hacı Ahmet Doyuran
ile başlayan disiplini de sürdüren kişi oldu.
1990’da tüm meşhur lokantalara yapılan
belediye ve çevre sağlık denetlemelerinde
Konyalı’nın eksiksiz çıkması da belki de
bundandı. Nurettin Doğanbey tıpkı babası
gibi sektörüyle ilgili pek çok konuda görüşüne
başvurulan bir isim oldu. “Aşçı da yemekle
birlikte pişecek” diyen lokantanın üçüncü
kuşağı Nurettin Bey, bayrağı oğlu Mehmet
Eren Doğanbey’e devretti. Aile fertlerinin
idaresindeki Konyalı, lokantacılığın ötesinde
pastane mamullerini de içine alan ve yüzlerce
kişi çalıştıran bir gıda endüstrisine dönüştü.
Konyalı Lezzet Lokantası, bir asrı aşkın bir
süredir sahipleri açısından yemeği sanat,
müşterileri açısından da İstanbul’u yaşamayı
keyif haline getirenlerin mekânıdır. 50’li yıllarda verdikleri bir ilandaki kendi
ifadeleriyle de “Türk mutfağının şerefidir”.