İstanbul’da öyle mamuller ve semtler vardır
ki, ürünün ismiyle mevkiinin ismi iç içe
geçmiştir; Vefa’da Vefa Bozacısı, Bebek’te
Bebek Badem Ezmecisi gibi. Ancak, benzer
diğer örneklerde de semt adı ürünü, ürün adı
semti çağrıştırsa da birinin diğerinin kimliğini
unutturması ya da bütünüyle onun önüne
geçmesi nadiren görülen bir durumdur. 1931
yılında Denizli’den gelen bir ailenin Koska
semtinde kurduğu “Helva Evi” böyle bir etki
yaratmış, ismini semtten alarak onu geride
bırakmıştır. Koska Helvacısı olarak markanın
doğuşu da doğal bir süreçte cereyan etmişti.
Uzunca bir süre vitrin camında “Adil Dindar
ve Oğulları” yazan işletmeyi halk “Koska
Helvası” diye andıkça, aile de bu kimliği
benimseyerek 1950’ler itibariyle önce “Koska
İmalathanesi” sonra da “Koska Helvacısı”
adını benimsedi.
Bir İstanbul semtiyle böylesine özdeşleşmiş
olmakla beraber, helvacının serüveni
Denizli’de başlamıştı. Kuşaktan kuşağa
aktarılan bir mirasla bugünlere ulaşan Koska
Helvacısı’nda aile zincirinin ilk halkası
Hacı Emin Bey’di. Emin Bey’in 1907 yılında
Denizli’de Delikliçınar’da açtığı mütevazı
helvacı dükkânı, yüz yıl içinde oğlu ve
torunlarınca bir gıda devine dönüştürüldü. En
önemlisi de markalaşan bu ürünün Osmanlı
coğrafyasına özgü bir tat olmasıydı.
Hacı Emin Bey’in oğlu Halil İbrahim Adil
de babasının yanında çalışmış, ondan helva
sanatını öğrenmişti. Aslında işyerleri bu ilk
yıllarında biraz da bakkaliye görünümündeydi.
Helvanın yanı sıra lokum, şekerleme ve kuru
bakliyat da satılan ürünler arasındaydı. 1911
yılı Hacı Emin Bey’in vefatını beraberinde
getirdi; ömrü işlerinin başında uzun yıllar
kalmasına vefa etmemişti. Aile için zor
zamanlar olduğu gibi Osmanlı için de
zor yıllardı. On yılı aşkın bir süre savaşan
Osmanlılar içinde askerlik hizmetinde sekiz
yıl bulunan Halil İbrahim Adil de vardı.
Adil Bey vatan hizmetini hem ailesinin hem
de kendisinin geleceği için bir kazanca
dönüştürmeyi başardı. Askerlik görevi icabı
bulunduğu, tatlıları ve tatlıcılarıyla meşhur
Şam’da yaratabildiği boş vakitlerde bir
dükkânda çalışarak sanatında büyük bir
ilerleme kat etti. Askerde olduğu yıllarda
annesini de kaybetmiş olduğundan savaş
yılları bitince bazı maceralara atılmaktan
çekinmedi.
Adil Bey ilk olarak şansını o yıllarda imalat
alanında hayli gelişmiş olan Manisa’nın
Kula ilçesinde denedi. Burada açtığı helvacı
dükkânında hem babasından hem Şam’dan
biriktirdiği bilgilerle şekerlemeler de yaptı;
fakat bir süre sonra yüzünü büyük şehirlere,
hatta en büyüğüne çevirerek İstanbul’un
yolunu tuttu. 1930 yılında geldiği İstanbul’da
takip eden yıl içinde önce Sirkeci’de, daha
sonra Beyazıt Meydanı ile Koska sınırında
Sırmakeş Hanı’nın alt katında bir dükkân
açtı. Daha sonra il halk kütüphanesi haline
getirilen bu tarihi handa Osmanlı Sarayı,
bürokratları ve ileri gelenlerinin giysilerine
sim ve sırma çekilirdi. İstanbul’un en canlı
ticaret alanlarından birine böylelikle girmiş
olan Adil Bey hızla İstanbulluların anılarında,
damaklarında ve yaşamlarında yer etti.
Helva İstanbul’un aşina olduğu bir tattı.
Asırlardır İstanbul’da birçok helvacı ahalinin
ağzını helvayla tatlandırmıştı. II. Abdülhamid
devrinde İstanbul’a gelmiş bir seyyah,
yumurta akından yapılan halis helvayı ve
“helvacı kökü” de denen çöven adlı bitkinin
ilavesiyle hazırlanışını kitabında uzun uzun
anlatmıştı. Helvayı özel kılan etkenlerin
başında, Türk damak tadına uygun yerel
imkânlarla hazırlanabilir oluşu gelirdi. Diğer
taraftan tamamen aile alışkanlıklarına bağlı
olarak kahvaltıda, öğünlerde ve ekmek
arasında atıştırmalık olarak başvurulabilmesi
onu diğer tüm tatlılardan ayırırdı.Ekonomik
bir tatlı olarak dar gelirlilerin, özellikle
İstanbul’u çok tanımayan, taşradan gelen
öğrencilerin de vazgeçilmeziydi. Yıllar içinde
de balık yemeklerine yarenlik etmek gibi
farklı anlamlar kazandı. Pek çok edebiyat
eserinde, sofrada balık varsa ardından fıstıklı
Koska Helvası da geliyordu. Ayfer Tunç’un
Aziz Bey Hadisesi adlı romanında da hüzünlü
bir detaydı fıstıklı Koska…: “‘Lüfer yiyeceksin
Balıkpazarı’nda, unutma!’ dedi Toros. ‘Izgara
edilmiş olacak’. ‘Tamam’, dedi Aziz Bey.
‘Üstüne de helva yiyeceğim Koska’dan,
fıstıklı.’”
Gazanfer Özcan, 1930’larda Koska’yı zihnine
kazınan tabelasıyla hatırlardı. II. Dünya
Savaşı’nın kıtlık yılları pek çok ismin
öğrencilik yıllarına tesadüf etmiş, bu zor
zamanlarda Aydın Boysan gibi geleceğin
meşhur İstanbullularının karınları ekmek
arasına koyulan Koska helvalarıyla doymuştu.
Halit Kıvanç’ın yaramazlık yapmaması
karşılığında alacağı ödül, Doğan Hızlan’ın
balık sonrası spesiyali fıstıklı Koska
Helvası’ydı. Ancak dükkânda neredeyse her
türden tatlı mevcuttu; başta tahin, koz ve irmik
olmak üzere helvalar, sonra da şekerlemeler,
tulumba, on beş-yirmi tepsi baklava, Şam’a
özgü bir tat olan beyaz baklava, hurma tatlısı,
hanım göbeği, vezir parmağı… Bu ürünler
arasından birini seçmek hep zor olduysa da
çoğunlukla herkesin belirgin bir tercihi vardı.
Prof. Dr. Tarık Minkari çocukluğundan şu
kesiti aktarır: “Akşama doğru, abone olmuş
gibi Koska dükkânına gelir, içeri girmeden
önce vitrini seyrederdim. Nedense her gün
aynı lezzeti, bana her zaman çok çekici gelen
koz helvasını seçerdim.”
Pek çok sektör gibi şeker satışından
helvacılığa ticarette önemli bir gayrimüslim
ağırlığı olan bu yıllarda, Adil Bey ve oğulları
kendilerine yer edinmeye çalıştılar. Dindar
soyadını nüfus müdürlüğünün sunduğu
seçenekler arasından tercih ettikleri 30’lu
yıllarda bir de yangın geçirdiler.
II. Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkan
muazzam boyuttaki şeker kıtlığı içinde de
Koska’nın yaratıcı ustası ve patronu Adil
Bey’in birikimi devreye girmişti. Koska bu
yıllarda kuru üzüm ve fındık ezmesinden
oluşan “fındık helva”yı üretti. Halkın bu
yeni ürüne beğeniyle rağbet etmesi Koska Helvacısı’nı da büyük bir darboğazdan
kurtardı. İşletmeye özgü birçok ürün vardı
ve hepsi de tıpkı “sakızlı kürek helvası” gibi
üreticisiyle hatırlanırdı.. Halil İbrahim
Adil Bey, bu yıllarda yanında çalışan birkaç
yardımcısıyla birlikte günde yaklaşık 300
kilo helva üretti. Elli kiloluk kazanlarla beş
ya da altı kez yapılan helvanın kokusu semti
sarar, dükkân önünde bazen kuyruklar yirmi
metreyi bulur, ürünler taze taze gününde
tükenirdi. 1950’lerin ortalarında Migros’un
kurulması ve süpermarket kültürünün
yerleşmeye başlamasıyla Koska mamulleri
de hem marketlerde hem de gezici stantlarda
görülmeye başladı.
1950’lerde Koska Helvacısı İstanbulluların
alıştığı yerinden biraz ileriye taşındı. 1958-
1959 yıllarında Menderes devrine özgü
şehir planlarında yapılan köklü değişiklikler
içinde tarihi Simkeşhane binası da yıkıldı.
Belediye tarafından satılan Beyazıt’ta Ordu
Caddesi üzerindeki dükkânların sırasındaki
arsalardan birini de Hacı Adil Dindar ve
oğulları aldı. Mimari tasarımı ve inşaatı Aydın
Boysan tarafından yapılan yeni bina Koska
Helvacısı’nın yeni evi oldu. Ancak bu bina
da 1980’lerde yıkıldı. Koska semtiyle bağlarını
koparmak istemeyen aile, güçlükler içinde
bulduğu dört bitişik dükkânı birleştirerek
Türk Hava Kurumu Apartmanı’ndaki dükkânı
açtı. Bu mekânın elbette hem kuruluş hem
de bu lezzete gönül verenler için derin bir
anlamı vardı. Ancak unutmamalı ki 1970’lerin
ortasından itibaren Koska Helvacısı mamulleri
İstanbul’un ve ülkenin pek çok yerinde
bulunabilir olmuştu. Tıpkı günümüzde olduğu
gibi Koska Helvası bir bakkal dükkânında da
karşınıza çıkabilirdi, bir süper markette de,
hatta bir Vedat Türkali romanında da: “… Oh be, özgürdü işte. Tramvay da beklemedi.
Koska’dan fıstıklı helva, peynir, büsküvi, çay
alıp Laleli’ye indi ağır ağır…”
1971’de Halil İbrahim Adil Bey vefat
ettiğinde beş çocuğundan üçü babalarının ve
dedelerinin tarihi mirasını devralmıştı. 1974’e
kadar genel hatlarıyla fabrikasyon olmaktan
çok butik bir işletme görünümünde olan
Koska Helvacısı bu yıl içinde Topkapı’da
lokum, reçel, tahin, koz helva üreten bir
fabrika açtı. Geleneksel Türk tatlıları uzmanı
Priscilla Mary Işın, Koska Helvacısı’nın
üretimi otomasyona geçirmesine rağmen
helvanın pişirilmesindeki en hassas süreç
olan “son karıştırma”nın yine geleneğe uygun
şekilde ehil ustalar tarafından yapıldığını
belirtmektedir.
Mümtaz ve Nevzat Dindar, Merter’de
kurulan modern tesislere taşınarak “Koska
Helvacısı Merter” adıyla ayrı bir şekilde ticari
faaliyetlerini sürdürmeye başladı. 1992 yılında
Mümtaz beyin vefatından sonra Nevzat
Dindar çocukları ve yeğenleri ile birlikte
Avcılar Ambarlı kavşağında 22000 m² kapalı
alana sahip yeni tesislerinde üretime devam
ederek; yurtiçindeki tüm market zincirlerinde
ve 78 ülkedeki bayilikleriyle ürünlerinin
satışını gerçekleştiriyor.
Aile içinde varılan mutabakata göre Koska
adını kullanma hakkı Koska Helvacısı Merter
ve Koska Mahir Gıda olmak üzere iki şirketin
uhdesinde olacaktı: Koska Helvacısı Merter
ve Koska Mahir Gıda. Koska markasını Mahir
Dindar “Mahir Gıda” adı altında uluslararası
pazara taşımak üzere Rusya, Ortadoğu, Avrupa
ve Amerika’ya yönelik bir ihracat faaliyetiyle
asırlık mirası evrensel bir lezzet haline
getirmeye çalıştı. 1990’larda otomasyona
dayalı bir sistemle ürün bantlarını modernize
ederek yeni fabrikasına taşındı.
Koska adını gururla taşıyan her iki kuruluş
da yıllar içinde kalite standartlarını en üst
seviyelere çıkarmak ve klasik ürünlerinin
yanına yenilerini eklemek gayreti içinde
oldu. Koska, yarattığı ekonomik potansiyelle
ziraattan nakliyeye pek çok sektöre hayat
vermektedir. Koska Helvacısı, geride
bıraktığı asrın ardından aynı sırra vâkıf aynı
ada sahip iki kuruluş olarak gelenekten
geleceğe yolculuğunu sürdürüyor.