Türk giyim kuşamında deri ürünlerin
kullanımı asırlar boyunca var olmuştu.
Osmanlı döneminde, özellikle Fatih Sultan
Mehmed devrinde bu işkolu sistemleşmeye
başladı. Asırlarca kuzey ülkeleri deri ticaretini
ham materyaller üzerinden yaparken
Osmanlı 19. yüzyıla kadar işlenmiş deri
ticareti açısından önemli mesafeler kat
etmişti. Ancak bu yüzyıl içinde giderek
endüstriyel bir hal alan sektörde geleneksel
yöntemlerde var olmak güçleşti. Osmanlı
coğrafyasında varoluşsal bir başka sorun da
aynı yüzyılda Balkanlar’da ortaya çıkmaya
başladı. İmparatorluğun asırlarca yurt haline
getirmek için Müslümanları iskân ettirdiği
ve mimarisinin seçkin örneklerini sergilediği
Balkanlar’da gayrimüslim topluluklar bir bir
isyan etmeye başladı. Osmanlı’nın yıkılışına
değin geçen bu en uzun yüzyıl, Balkanlar’da
yaşayan Müslümanlar için de giderek
dayanılması güç koşullar doğurdu.
Bu koşullar içinde yoğrulan isimlerden biri
de Üsküplü Saraç İsmail Efendi’dir. Diğer
adı Veles olan Köprülü beldesinde küçük bir
dükkânda dericilik yapan İsmail Efendi’nin
yaşamı da muhtemelen bu iç isyanlarla
çalkalanan bölgenin güvenlik sorunları ve
bunların yarattığı istikrarsızlık içindeki
ekonomik sorunlarla geçti. Eski dilde “sarrac”
deri işiyle uğraşan kimse anlamnıa geliyordu
ve Üsküp’teki Müslüman mahallelerinden
birinin adının “Sarrac Tursun” olmasına
bakılırsa, dericilik şehirde mazisi olan
işkollarından biriydi. İsmail Efendi de
Veles’te küçük bir imalathane ve dükkânı bir
arada barındıran mekânında, büyük olasılıkla
işlenmiş deri üzerinde çalışıyordu. Daha
kapsamlı tesis ve işgücü gerektiren tabaklama
işini kendisinin yaptığına ya da kısaca debbağ
olduğuna dair bir kayıt yoktur.
Günümüzde onun izinden ilerleyen
torunları, Petek Saraciye markasının
kuruluşu için 1855 yılını işaret etmektedir. Bu tarih Petek Saraciye’ye ticaret yapma
sertifikası veren Makedonya Ticaret Odası
gibi pek çok ülke ve uluslararası kurum
tarafından da kabul görmüştür. İsmail
Efendi, Vardar Nehri kıyısında, küçük şehrin
bütün esnafının bir arada olduğu küçük
çarşı içinde çarık, at koşumu ve kırbaç
yapmaktaydı. Bu mesleğe oğlu Hüseyin
de ilgi duymuş, ondan işin inceliklerini öğrenmişti. Bununla da yetinmeyen Hüseyin
Efendi, o yıllarda deri işçiliğinde önemli
bir merkez konumunda olan Avusturya’ya
giderek hem mesleki bilgilerini artırmış,
hem de ufkunu genişletmişti. 1882 yılında
gittiği Avusturya’dan döndüğünde yeniden
babasının yanında çalışmıştı.
Ancak İsmail Efendi ve ailesinin tek geçim
kaynağı saraçlık değildi. Aynı zamanda aile
makul ölçülerde bağcılık da yapmaktaydı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yer alan
bir belgede Saraç İsmail Efendi ve hayatıyla
ilgili ilgi çekici bazı ipuçları yer almaktadır.
1906 tarihli belgede İsmail Efendi, geçen
yıldan borçlu olduğu aşar vergisinin, yeni
çıkan vergi affı kapsamına girmiyorsa o yıl
yapacağı ödemeden mahsup edilmesini talep
etmektedir. Aşar vergisi yapılan tarımsal
üretim üzerinden alınan onda birlik bir vergi
olduğuna göre, Saraç İsmail’in bir yandan da
ziraatle uğraştığı anlaşılmaktadır. Bunun yanı
sıra bu belgede yer alan dilekçenin sonundaki
imza kısmında şunlar yazmaktadır: “Üsküplü
Saraç İsmail Köprülü.” Dolayısıyla bu ifade
İsmail Efendi’nin esas mesleğini ve çevresinde
nasıl tanındığını da ortaya koymaktadır.
Ailenin 1954 yılında İstanbul’a göç etmesi
ve doğal olarak ailenin tarihini aydınlatacak
belgelerin önemli bir kısmının günümüzde
mevcut olmayışı kurum tarihinin bazı
noktalarını karanlıkta bırakmaktadır. Eldeki
sınırlı sayıdaki belgeden biri, Hüseyin
Efendi’nin 1912 yılında doğan oğluna ait,
dericilik mesleğindeki ustalık belgesidir.
Hamdi Hüseyin İsmailov 1946 yılında
Yugoslavya Federasyonu’nun görevlendirdiği
bir komisyon önünde girdiği sınavdan başarılı
olarak ustalık belgesini almıştı. Üzerinde
vesikalık bir resminin bulunduğu ve adının
yazılı olduğu belgede, 1912 yılında doğduğu ve
Titov/Veles/Köprülü şehrinde yaşadığı kayıt
altına alınmıştı.
Çocuk yaşlarında ağır bir rahatsızlık geçirmesi
nedeniyle, Hüseyin Efendi oğlu Hamdi’nin
ağır işler yerine dericilikle uğraşmasının iyi
olacağına karar verdi. Saraçlık mesleğini
seven Hamdi Bey de mesleğin ailedeki yeni
temsilcisi oldu. Babasından bayrağı tamamen
devraldığında saraç olarak ailenin şöhreti
oldukça yayılmıştı. Ancak onun aklı da
gönlü de birçok yakınının göç etmiş olduğu
Türkiye’deydi. Atatürk hayranı olduğundan, oğullarından ikisine Mustafa ve Kemal
isimlerini vermişti. Ani bir kararla 1954 yılında
Türkiye’ye göç etmeye karar verdi. Sahip
olduklarını kimisini değerinin altında olmak
üzere sattı ve İstanbul’a doğru yola çıktı.
Saraç İsmail’in torunu, ailenin dericiliğinin
100. yılında Türkiye’deydi. Anavatan da olsa
yeni bir yurda yerleşmek, uyum sağlamak ve
düzen kurmak ailesi için güç oldu. İstanbul'a
geldiklerinde yanlarında getirdikleri tüm
varlıklarını satmak suretiyle aldıkları ineklerin
sütünü satarak bir süre geçindikten sonra
bir süre de su sattılar. Yaşlanan Hüseyin
Efendi 1956’da vefat etti. Hamdi Bey’in
kardeşlerinden Şevki, zorlu koşullar nedeniyle
Yugoslavya’ya geri döndü; Şükrü ise Hamdi
ağabeyinin çocukları olan yeğenleriyle önce
bazı deri atölyelerinde çalıştıktan sonra
Beyazıt’ta Mercan Pasajı’nda bir dükkân açtı.
80’li yılların başlarına kadar ortaklıkları devam
etti.
Türkiye’ye geldiklerinde “Saraçkardeşler”
soyadını alan Hamdi Bey’in oğulları Kemal,
Mustafa ve İsmet, o yıllardan bugüne
dördüncü kuşak saraçlar olarak aile geleneği
sürdürmektedir. Petek-1855 adıyla kurumsal
kimliğinde köklü geçmişine vurgu yapan
Saraçkardeşler ailesi, günümüzde aile içinden
çıkardığı beşinci kuşak saraç ve yöneticileri
geleceğe hazırlamaktadır. Petek-1855 tam
anlamıyla bir aile portresi içinde dünyanın
dört bir yanından saygın markalar tarafından
tercih edilmektedir.