Güzel doğasıyla meşhur Bursa, 1870 yılından
itibaren tabiatın bir başka armağanıyla da
tanınmaya başladı. Uludağ eteklerindeki
Günderet Köyü’nde keşfedilen maden suyu
kaynağı, bu yıldan başlayarak 2000’li yıllara
uzanan sağlıklı içecek ve ticaret öyküsüne
dönüştü. O yıllardaki adıyla Keşiş Dağı’ndaki
maden suyu kaynağının kıymetini ilk fark
eden de, bununla ilgili girişimleri yapan da,
memuriyeti dolayısıyla Bursa’da bulunan
İbrahim Talat Bey oldu. İbrahim Talat Bey,
hatırı sayılır bir sermaye gerektiren bu iş için
bir ortağa ihtiyaç duyarak Bursa’da ticaretle
uğraşan Fransız vatandaşı Monsieur Brune
(arşiv belgelerine göre Yosi Bürün) ile birlikte
hareket etti. Önce maden suyunun mevkii
tespit edildi, daha sonra sekiz dönümlük bu
arazi, her bir yarısı bir ortağa ait olmak üzere
Hacı Ali ile Molla Şerif oğlu Mustafa’dan üç
bin kuruşa satın alındı. Ancak aynı dönemde
bölgede Çitli maden sularını işleten Osmanlı
vatandaşı iki tüccarın mağdur olacakları
iddiasıyla yaptıkları başvuru üzerine İbrahim
Talat Bey ve ortağı talep ettikleri işletme
ruhsatını alamadılar. İbrahim Talat Bey
ve ortağı 1890’da aynı bölgede bir başka
araziyi daha satın alarak bir girişimde daha
bulundularsa da bu da sonuçsuz kaldı.
Monsieur Brune de bu girişimler üzerine
hisselerini bir başka Fransız’a, Monsieur
Bourousine’e devretti.
Ortaklar bir yandan kendi işleriyle ilgilenirken
bir yandan da gerekli izinleri alabilmek
için uzun süre uğraştılar ve en sonunda bu
çabaları 1912 yılında başarıya ulaştı. İbrahim
Talat Bey II. Meşrutiyet döneminin başladığı
1908 yılından itibaren devlet kadrolarında
yapılan düzenlemelerden kendisi gibi mağdur
olan kayınbiraderi Mehmet Fuad Bey ile
birlikte maden suyu çıkarma ve işletme
taleplerini yeniledi. Uzun yıllar bekledikleri,
o zamanki adıyla Keşiş Dağı Maden Suyu
işletme imtiyazını, gerekli şartları sağlamak,
vergi ve harçları ödemek koşuluyla altmış
yıl süreyle Sultan Mehmed Reşad’ın onayıyla
aldılar. Ancak tesisin kurulması, gerekli tıbbi
kontrollerin yapılması ve ürünün şişelerde
görülmesi 1913 yılında gerçekleşti. Doktor
Bedros tarafından yapılan tetkiklerde suyun
mineral özellikleri Avrupa’daki madensularına
“faik surette” nitelikli olduğundan şiddetle
kullanımı tavsiye edilmişti.
Keşiş Dağı Maden Suları kullanımı
yaygınlaştıkça adeta ilaca dönüştü. Doktor
Bedros’tan sonra birçok hekim bu maden
suyunu hastalarına öneriyordu. Bunlar içinde
Bursa Gureba Hastanesi Baştabipliği’nce
10 Kasım 1914’te hazırlanmış bir raporda,
şifa bulacak hastalar şöyle sıralanmıştı:
“Hazımsızlık, mide, karaciğer, kum,
nekros gibi bilcümle bevliye hastalıklarla
böbrek, mesane iltihaplarında, idrar
yolu hastalıklarında şifalı tesiri kati ve
müsellemdir. Binaenaleyh bilumum Avrupa
madensularından kat kat tercih edilir olan
Keşiş Dağı maden suyunu umuma tavsiye
etmeyi vecibe ad ederiz.
Takip eden yıllarda önce imtiyaz süresi
uzatıldı. 1915 yılında ise maden suyunun
işletme hakkı İbrahim Talat ve kayınbiraderi
Mehmet Fuad Beylere ihale edildi. Maden
suyu bölgesinin haritaları, suyun analizi,
nezaretler arası yazışmalar içinde kesin
neticenin Şura-yı Devlet’ten çıkması 1916
yazında gerçekleşmişti. Bu yıllarda da
işlerde görece bir hareketlilik olduğu maden
suyu şişeleri için Almanya’dan mantar
getirtilmesinden de anlaşılabilir. Savaş
yıllarında işletmeciliğin ve ithalatın güçlüğü
ortadaydı. Fakat bu yıllarda Keşiş Dağı’nın
üretimi sürdürebilen tek firma oluşu ve
maden suyunun pek çok rahatsızlığa iyi
gelmesi nedeniyle devletin yardım eli uzandı
ve gerekli mantarlar başta Dâhiliye Nezareti
olmak üzere üç bakanlığın yardımlarıyla temin
edildi.
İbrahim Talat Bey 1917 yılında vefat edince,
hisseleri eşi Şerife Hanım’a geçti. Bir
imparatorluğun yıkıldığı ve bir Cumhuriyet’in
kurulduğu bu yıllarda firmanın vârisleri
ellerindeki “madeni” yaşatmaya çalıştı. Bu
arada Keşiş Dağı Maden Suyu’nun müstakbel
sahibi de ticarete ısınmaya başladı: Yağcızade
Mehmet Hakkı Bey 1921 yılında bir bakkal
dükkânı açtı.
1922’de ailenin Mehmed Fuad adlı iki ferdi
de vefat etti. Bunlardan biri Şerife Hanım’ın
oğlu, diğeri de kardeşiydi. Bu koşullar altında
işletmenin tek vârisi konumunda kalan Şerife
Hanım’ın imdadına kız kardeşi Neyyire
Hanım’ın eşi Hüseyin Sıtkı Bey koştu. 1923
yılında yapılan bir mukaveleyle Şerife Hanım,
uzun yıllar devlet hizmetinde bulunmuş ve
savaş yıllarında Almanya ve Macaristan da
dâhil olmak üzere pek ülkeden madalyalar
almış Hüseyin Sıtkı Bey’e kendisine ömür
boyu bakması koşuluyla haklarını devretti.
Bu tarihten itibaren iki yıl boyunca işletmeyi
yeniden ayağa kaldırmak için çalışan Hüseyin
Sıtkı Bey’den 1925 yılında, önceki yıllara ait
üretim miktarları istendi. Buna göre 1922 yılında firma sahiplerinin yaşadığı can
kayıpları ve Bursa’nın Yunanlılarca işgali
nedeniyle üretim yapılamamıştı. Bu koşullar
altında Hüseyin Bey beklenmedik bir şekilde
ailenin sahip olduğu imtiyazı 1926 yılında
kaybetti. Maden suyunun imtiyazı devlet
tarafından devralındı ve 1931’de eski sahibine
geçene kadar işletilmedi. Bu yıllar boyunca
Sıtkı Bey birçok itirazda ve işletmesinin
yeterlilikleriyle ilgili izahatlarda bulundu.
Bu yıllarda yaşanan bir başka gelişme de
Keşiş Dağı isminin değişmesi oldu. 1925
yılında Dr. Osman Şevki Bey’in girişimleriyle
yaşanan isim değişikliğiyle, suyun bulunduğu
mevkiinin adı tüm harita bilgi kaynaklarında
“Uludağ”a dönüştü. Hüseyin Sıtkı Bey’in
sabır ve kararlılıkla yürüttüğü mücadele
de meyvesini 1930 yılında verdi. Bu yıl
içinde çıkan bir yayında ülkenin imtiyazlı
üç maden suyu arasında yeniden Uludağ
da sayılıyordu. Maden suyunun Gazi
Mustafa Kemal imzalı yeni işletme imtiyazı
belgesi Hüseyin Sıtkı Bey’e verildi. Ertesi yıl
da imtiyaz satışı 1931’de Hüseyin Sıtkı Bey
tarafından kurulan Uludağ Maden Suları
Türk Limited Şirketi’ne yapıldı. Cumhuriyet
Gazetesi’nde yer alan bir habere göre, Sıtkı
Bey idaresindeki maden suyu tesislerinin
civarında iki kuyu daha tespit edilmişti;
bunlardan bir tanesi Vichy madensularının
özelliklerini taşırken diğer Labon türüydü.
1930 yılında sigortacılıkla uğraşan Mehmet
Hakkı Bey de Uludağ İçecek'in temellerini
attı: Nilüfer Gazoz Fabrikası kurularak gazlı
meşrubat üretimi başlatıldı. Oğlu Nuri Erbak
1932 yılında Uludağ Gazoz’un formülünü
bulup, bu ürünü piyasaya sundu.
Bu girişimle Uludağ İçecek'in kuşaklar boyu
sürecek marka macerası da başladı. Mart
1934’te Uludağ Maden Suyu’nun işletmesi
Mehmet Hakkı Bey tarafından beş yıl süreyle
kiralanarak Nilüfer markası güçlendirildi. Mehmet Hakkı Bey’in bu işletmeye daha
yüksek bir vizyonla giriştiği belliydi. Zira 1934
yılında verdiği gazete ilanında önce maden
suyunun iyi geldiği rahatsızlıklar sayılmış,
ardından toplu satışlarda yapılacak indirimler
ve abonelerin mahallerine servis hizmetinden
söz edilmişti. Bunlardan daha da önemlisi
ilanın alt kısmındaki nottu: “Taşralarda
Acenteler Aranmaktadır.” İşlerin hacminin
büyüdüğünün bir başka göstergesi de 1937
Selanik Fuarı’nda Uludağ Maden Suları’nın
diğer bazı ürünler gibi Türkiye pavyonunda
yerini almış olmasıydı. Uludağ, fuardan büyük
ödülle (Grand Prix) döndü.
1938’de Mehmet Hakkı Erbak vefat ettiğinde
geride önü açık bir şirket, enerjik bir varis
kalmıştı. Uludağ Maden Suyu işletmesi mesul
müdürü bu tarih itibariyle Nuri Erbak oldu. II. Dünya Savaşı yıllarında ticaret yeniden
durağanlaştıysa da savaş sonrasında en saygın
ticaret kayıtlarında kuruluş “Uludağ ‘Keşişdağ’
Maden Suları Türk Ltd.” adıyla ve 12.500 TL
sermayesiyle boy göstermekteydi. 1949
yılında firma sahibi Nuri Erbak, markasını
Uludağ Meyvalı Gazozları olarak tescil
ettirdi. Elbette kısa bir süre sonra benzer
logo ve isimlerle ortaya çıkanlar da olacaktı.
Bu markayı gelecekte temsil edecek olan
Mehmet Erbak 1950 yılında dünyaya geldi. Nuri Erbak da hem cemiyet hem siyaset
dünyasının gözde isimlerinden biri olarak
iş yoğunluğu nedeniyle mesul müdürlük
görevini kardeşi Yüksek Mimar İhsan Erbak’a
bıraktı.
1955’te fabrikada kola ve portakallı gazoz
üretimi başladı.
Bu yıllarda şirketin mülkiyeti konusunda
önemli değişimler yaşandı. 22 Ekim 1953’te
Uludağ Maden Suları Türk Limited Şirketi’nin ortaklarından İtalyan uyruklu Guido Parodi
hisselerini Nuri Erbak’ın eşi Neriman Erbak’a
devretti. Böylece şirketin 6.000 liralık ortaklık
hisseleri Neriman Erbak’a, kalan kısmı ise
Hüseyin Sıtkı Bey’e aitti. Fakat Hüseyin Sıtkı
Bey 6 Ocak 1958’de vefat edince vasiyetnamesi
gereği bütün hakları Nuri Zafer Erbak’a
devredildi. 1958 itibariyle şirketin tüm
hisseleri Erbak ailesine geçmiş oldu. Aile
bundan sonra da üst düzey yöneticilerini hem
akademik bir eğitimle donatma hem de kurum
içinde çekirdekten ve aile içinden yetiştirme
geleneğini sürdürdü. Bu çerçevede Mehmet
Erbak henüz 15-16 yaşından itibaren şirketle
meşgul olmaya başladı. 70’li yıllarda aldığı
idari görevlerin ardından da Nuri Erbak’ın
vefatından sonra 1993’te yönetim kurulunun
başına geçti.
Tüm bu süreçler sürekli atılım ve yenilenme
çalışmalarıyla iç içe yürüyordu. Maden
sularında ilk yeşil şişe kullanımından, saatte
önce 4000 sonra 8000 şişe üreten dolum
tesislerine kadar sektörde büyük yenilikler
Uludağ’dan geldi. Genişleyen bayi ağı, vergi
listelerinde sürekli üst sıralarda bulunmak
ve Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi
ülkelerden Amerika’ya, Avustralya’ya uzanan
pazarlama ve satış zinciri de bu gelişimin en
doğal sonucu oldu.
Marka kuruluşundan bu yana devam eden
büyüme doğrultusunda ilk alimünyum
kapağı ve ilk depozitolu litrelik şişeyi 1978’de,
dünyadaki ilk PET şişede yüksek mineralli
doğal gazlı maden suyu üretimini 1981’de,
ilk diyet meşrubatı 1985’te, Türkiye’deki ilk
kutu ambalajı 1988’de, ev yapımı tadında ilk
endüstriyel limonatayı 2007’de ve ilk kobalt
mavi şişe üretimini 2009’da hayata taşıdı.
Uludağ İçecek bugün, Bursa Yenice Sanayi
Bölgesi’nde açık ve kapalı olmak üzere toplam
80.000 m², Uludağ Çaybaşı Köyü’nde ise
toplam 50.000 m² alana yayılan ve dünyanın
en yüksek teknolojilerine sahip iki tesise
sahiptir. Önce maden suyu ve ardından gazozla devam eden ürün yelpazesi ise şu an,
107 farklı ambalaj ile 6 kategori, 18 alt marka
ve 32 değişik ürüne ulaşmış durumdadır.
Bulunduğu şehre; eğitim, kültür ve sanat
dallarında hayat vermek de, Uludağ İçecek'in
yüz yılı aşkın süredir devam eden gelişiminin
doğal bir parçası oldu. Bugün uzun
soluklu ve sürdürülebilir temeller üzerine
yerleştirilen projelerine; eğitim, spor, kültürsanat
alanlarında devam ediyor ve sosyal
paydaşlarının beklenti ve güvenini, ortaya
koyduğu bu projelerle karşılamaya da özen
gösteriyor. Meyveli içeceklerdeki birikimini
maden suyuyla birleştirmek de bu gelişimin
bir parçası oldu.