Binlerce yıldır geleneğimizin parçası olan
boza, günümüzde sınırlı sayıda marka ile
anılır. Bunların başında ise yüzyılı aşkın bir
süredir Vefa Bozacısı gelir. Adını bulunduğu
semtten almış olsa da şöhreti çoktan semti
aşmış olan Vefa Bozacısı, İstanbul’u daha
anlamlı kılan ürünlerden biridir. Hikâyesi
Prizrenli Sadık Ağa’nın 1870’te İstanbul’a
gelişiyle başlamışsa da, boza farklı kıvam ve
lezzette zaten bilinir ve sevilirdi. İstanbul’un
bir istisna dışında (şırasıyla meşhur Misak
Boyacıyan’ın Ahmediye Bozacısı) diğer namlı
bozacıları gibi Sadık Ağa da Müslüman
bir Arnavuttu. Ancak o, bozaya kendi
dokunuşunu yaptı ve boza onunla birlikte
bugün anladığımız hali ve tadını aldı. Bir
başka ifadeyle Vefa Bozası günümüzde
bozanın kalite ve lezzet standardı oldu.
Sadık Ağa’nın Prizren’den göçüyle ilgili
rivayet muhteliftir. 19. yüzyılda Balkanlar’da
Müslüman bir ailenin yaşamını güçleştiren
savaşlar ve iç karışıklıkların yanı sıra bir
ticaret ve estetik merkezi olan İstanbul’un
cazibesi de akla gelebilir, şehrin bozacılarının
yüzyıllardır büyük oranda Arnavut olması
da... Sadık Ağa 1870 yılında İstanbul’a
geldikten sonra bir süre mevsimine göre
seyyar salep, kayısı hoşafı, mısır buğdayı
bozası sattı. Bir süre sonra, İstanbul’un
bilinen bozasında bir yenilik yapmaya
karar vererek, şimdiki İstanbul Üniversitesi
civarında bir evin alt katını imalathane haline
getirdi. Vefa’daki dükkânın önüne bugün
üzerine atılan yüz binlerce adımla aşınan
mermer eşiği 1876 yılında koydu. O yıl açılan
dükkân, bilindiği kadarıyla yalnızca boza
satmak üzere açılan dünyadaki ilk dükkândı.
Sadık Ağa’nın bozacı olarak kimliği,
Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bir
Sicill-i Ahval Komisyonu Defteri’nde de
kaydedilmiştir. Defterdeki belgede ilk ibare
şöyledir: “İsmail Hakkı Efendi: Prizrenli
Bozacı Sadık Efendi’nin oğludur.” 1912 yılında
düzenlenmiş belgenin geri kalan kısmında,
Sadık Efendi’nin işlerini devrettiği oğlu İsmail
Hakkı Bey’le ilgili bilgiler kayıtlıdır. Buna göre
İsmail Hakkı 1851’de dünyaya gelmiş, sıbyan
mektebine gitmiş, ardından da Beyazıt Merkez
Rüşdiyesi’nde okumuştu. Daha sonra da
Mercan İdadisi’nden şehadetname (mezuniyet
belgesi) almıştı. Bulgarca, Fransızca ve Rumca
bilen bir genç olarak 1910 yılında “dört yüz kuruş maaşla Posta ve Telgraf Nezareti Posta
Muamelat kâtipliğine” başlamıştı. 1911 yılında
Mülkiye’den mezun olduğuna bakılırsa,
bahsi geçen nezaretteki memuriyetine ya hiç
başlamamış ya da görevi çok kısa sürmüştür.
Takip eden yıllarda, askerlik hizmetini yapmak
üzere girdiği Osmanlı ordusunda Balkan
Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’na katıldı.
Aldığı eğitime rağmen savaş sonrası devlette
görev yapmayarak, babası tarafından işletilen
bozacı dükkânıyla ilgilendi.
Ancak İsmail Hakkı Bey’in dönüş günlerinde
Vefa, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından bir
başka felakete sahne oldu. 1918 yangınında
büyük hasar görmüş, bilinen bütün
özelliklerini kaybetmiş durumdaki semtin
eski seçkin ahalisinin yerini de başka insanlar
aldı. Sadık Bey harabeye dönen dükkândan
ümidini kesmişti; ancak Suriye Cephesi’nden
dönen İsmail Hakkı Bey’in teşvikiyle dükkânı
yeniden ayağa kaldırdılar. Bu süreçte Vefa’yı
terk etmeyen bozacısı da daha fazla anlam
kazandı ve Vefa’nın sadece bir semt adı
olmadığını gösterdi. Böylece ahde Vefa
edilmiş oldu.
Hacı Sadık ve Oğlu İsmail Bey'in
dükkânlarında bozanın yanı sıra üzüm şırası,
sirke ve Hamidiye suyu satmaktaydı. 1920’lerde bozanın bir bardağı on paraydı. Cemal Kutay ve ailesi gibi pek çokları,
üşenmeyip güğümler dolusu boza alırdı. Meşhur bozacı da saygın ticaret rehberlerinde
yerini bularak, 1924-1925 kayıtlarına geçti.
1926’da yayımlanan Büyük Salname’de ise
baba oğlun adı birlikte yazıldı: “Vefa’da Hacı
Sadık ve İsmail.” 1926 yılında işletmenin
gazete ilanları da dört ay boyunca “Meşhur
Vefa Bozası” başlığıyla Hâkimiyet-i Milliye
gazetesinde yayımlandı. İlanlardan birinde,
tadilatın tamamlanması dolayısıyla “Vefa
Bozası Yarın Başlıyor” şeklinde seslenilmişti. 1929 tarihli Türkiye Salnamesi’nde de yine
Hacı Sadık ve İsmail Hakkı Bey’in ismi geri
geldi.
İlgili ilginç bir detay da, bozanın bir Ramazan
içeceği olarak çok rağbet görmesiydi. Halit
Fahri Ozansoy’un anlattığı eski Ramazan
gecelerinde önce Kısas-ı Enbiya dinlenir,
sonra da uşaklar zarif ve büyükçe kadehlerde
misafirlere Vefa Bozası ikram ederdi. Server Bedi müstear adıyla yazan Peyami
Safa, bir Ramazan gecesi gittikleri tıklım
tıklım dolu Vefa Bozacısı’nda arkadaşının
“Harb-i Umumi’de halk vesika ekmeğine
bu kadar tehacüm göstermedi” dediğini
aktarmaktadır. İstanbul’un pek çok meşhur
markası gibi Vefa Bozacısı da taklitçi ve
istismarcılardan yakınıyordu. 1931’de gazete
ilanıyla müşterilerine hitap eden Hacı Sadık
Bey “Muhterem Ankaralılara, gördüğüm
lüzum üzerine Ankara’da şube açmadığımı ve
kimsenin namımdan istifade edemeyeceğini
beyan eylerim” diyordu.
İsmet Kür’ün çocukluğunun Vefa’sından
hatırında kalan pehlivan yapılı, güven veren,
ciddi olduğu kadar da sevecen iki çehresinden Hacı Sadık 1933’de ve kardeşi
Hacı İbrahim de 1944 ’de yaşamını yitirdi.
Onların vefatını takiben de işlerin başına
geçen İsmail Hakkı Bey devamlılığını
sağladı ve imalatın güçlüklerini ortadan
kaldırmak amacıyla, daha standart ve üretimi
artırmak için Haliç Tersanesinde torna
ustası bir yakını ile boza üretiminin ilk ve
özel makinalarını Haliç Tersanesinin torna
tezgâhlarında yaptırdı. Bu sistem halen 1928
yılından beri tam faal çalışmaktadır.
1930’lar itibariyle Vefa Bozacısı yarım
asırlık bir işletme ve insanların gayri
ihtiyari kendilerini önünde buldukları bir
alışkanlık mekânıydı. Yaveri Salih Bozok’un
tabiriyle, Atatürk de aklına esmesiyle soluğu
burada alanlar arasındaydı. 18 Kasım
1937 tarihindeki bu ziyaret günümüzde
de işletmenin mermer duvarlarındaki
Atatürk portresiyle ve boza içtiği bardak ile
hatırlanmaktadır. Sonraki yıllarda da bir
başka Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın (11 Ocak
1953) uğrak yeri oldu bu dükkân. Şüphesiz
sadece onlar değil; İstanbul’un eski şıralarını
özleyenler de hasretlerini ancak Vefa’da
giderebilirdi. Hem Vefa, hem boza, hem
de Vefa Bozacısı kültürün, yaşamın ve dilin
bir parçası olmuştu. II. Abdülhamid devri
kantocularından Şamran Hanım’ın “Bozacı
Kantosu”ndan, günlük hayattaki deyimlere
bozayı hatırlatan pek çok unsur vardı. Ortaoyunu diyaloglarından biri de şöyledir:
Pişekâr: Doğrusu pek vefasızmışsın birader!
Kavuklu: Benden vefalısını bul da boza içelim
Soyadı Kanunu ile semt ve işletme bir kez
daha bütünleşti ve aile Vefa soyadını aldı.
İsmail Vefa, babasının sağlığında iyi bir
eğitim almış, kendini iyi yetiştirmiş, saygın
bir cemiyet insanı haline gelmişti. 1946-1950
arasında İstanbul Şehir Meclisi, 1952-1961
arasında İstanbul Ticaret Odası Meclisi
üyeliklerinde bulundu. Fatih Güreş Kulübü
ile Kumkapı Spor Kulübü’nü kurdu ve Güreş
Federasyonu başkanlığı yaptı. Kendisi de,
pehlivanların hocası Nazif Bey gibi yakınları
da sporun içinde olan kimselerdi. Büyük
dedesinin ismini taşıyan dördüncü nesil torun
Sadık Vefa, büyükbabası İsmail Hakkı Vefa’nın
Türk sporunun büyük yokluklar içinde olduğu
yıllarda gösterdiği çabalardan söz etmektedir.
Dönemin sporcularını güçlüklerle uluslararası
müsabakalara götüren İsmail Hakkı Vefa
onlara aynı zamanda kültür ve bilinç de
aşılamaya çalışmıştı.
İsmail Hakkı Vefa idaresindeki Vefa Bozacısı
marka değerini ve tarihi kimliğini giderek
daha fazla ön plana çıkardı. Öncelikle, onun
döneminde saygın gazetelere verilen ilanlara
daha sık rastlanır olmuştu. İlanlarda bazen
üretimindeki bekleme süreleri nedeniyle taze
bozanın çıkış günleri, bazen de fazla söze hiç
gerek duymadan yazılan iki kelime yer alırdı:
“Vefa Bozacısı.”
Tarihi mekânını yaşadığı felaketlere rağmen
koruyan müessesenin karşısında bozanın
vazgeçilmez yarenlerinden bir leblebici
dükkânı vardı. Hem bulunduğu sokak, hem
Vefa Bozacısı’nın kendisi edebiyatçıların,
araştırmacıların, seyyahların anlatılarına
konu oldu. Politik yazılarıyla tanınan Çetin
Altan, “Siyasetçinin çektiği nutuk sadre
şifadır. Bozasıyla meşhur semtimiz Vefa’dır.
Sade vatandaş içinse boza içmek sefadır”
yazıyordu. Orhan Pamuk, Refik Halit Karay,
Gökhan Akçura, Turgut Kut gibi pek çok isim
de tarihi mekânı ve oradaki yaşanmışlıkları
satırlara, kitaplara taşıdı.
Sadık Ağa ile doğan aile mirası ikinci nesil
İsmail Hakkı Vefa’ya, ondan oğulları üçüncü
nesil Mustafa Vefa ve Vehbi Vefa ’ya, onlardan
da dördüncü nesil Sadık Vefa ve Ferdi Vefa
‘ya devredildi. Vefa Bozacısı yüzyıllık marka
kimliğini ürünlerinin lezzetiyle birleştirerek
tarihi mekânın dışında da dağıtımını yaparak
halka sundu. Bugün de hafif ekşimsi lezzetiyle
İstanbul’da hayatları tatlandırmaya devam
ediyor.